Şımarık sosyete kızı, evine topladığı kendisi gibi şımarık kolejli arkadaşlarına hava atmak için gariban garsona “Hadi bir şarkı söyle de dinleyelim” der.
Hep birlikte Erol Taş gülüşüyle gülerler.
Etkiyi artırmak için şımarık kız ‘çıkacak böğürtü için’ der, herkesten özür diler.
Ancak gariban garson kendinden emindir. “Sesim güzel, Almanya’da plak bile yapacaktım. Rezil olacaksın” diye kulağına fısıldar.
O sırada nereden geldiği belli olmayan müzik devreye girer.
Yanık tenli garson, elinde çay tepsisi ile şöyle başlar “Her sözün zehirden, bir damla sanki. Yürekten severken böyle olmaz ki…”
Öyle yürekten de okunmaz ki, herkesin vicdan tınısı sızlar ürkek bir gururla.
Şımarık zengin çocukları hepsi sus pus, küçük dillerini yutmuş vaziyette şarkıya çivilenir. O garson Ferdi Tayfur’dan başkası değildir.
xxx
Yaşı 40’ın üstündeki pek çok insan, hala o eski zamanların Türk filmleriyle karşılaştığında izlemeden geçemiyor. Hala o gözlerle bakıyor hayata.
Yoksul-ezilmiş halk çocuğunun, zenginleri yetenekleri ile nasıl ezdiğinin hayalini kuruyor.
Aslında bir anlamda kendini arıyor, kendiyle özdeşleştiriyor. Hayal kuruyor. Özlemlerini, unutamadığı aşklarını, kendince başarılarını yerleştiriyor o hayallerin içine.
Keşke gerçek hayat da böyle Türk filmleri kadar masum olsaydı. Keşke en büyük kavgamız, kim Orhancı kim Müslümcü kim Ferdici kadar yalın kalsaydı.
Şimdilerde mahalle kültürü kalmadığı için herkes kendi mahallesini kurmuş sanal dünyada. En hafif kavgalar “şerefsiz”le başlıyor “hain”le bitiyor.
Noldu bize böyle, nasıl bu kadar ayrıştık, kamplaştık?
Hal bu ki kurduğumuz o yeni mahallede zengin kolej çocukları da yok. Herkes üç aşağı beş yukarı aynı topraklardan çıkıp gelmiş Anadolu çocukları.
Soluduğumuz hava bir, adresimiz bir, kaderimiz bir.
Bunca kin, nefret, öfke, kayırmacılık, bencilik, kıskançlık, jurnalcilik niye…
Bunca ötekini tanımama, küçümseme, adam yerine koymama, rol çalma, emeğe saygısızlık niye…
Ne zaman bu hale geldik biz!
Şu mübarek Ramazan ayının manevi ikliminde bile bir başkasına iyilik yapmamak için kırk türlü mazeret üretmek niye.
Onca arsızlık, hırsızlık gözümüzün önünde yaşanırken; herkes neden birbirini karalamak, ötekilemek için bu kadar emek harcıyor?
Nerede kaldı Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli hoşgörüsü?
Ne oldu bize?
Tehlikenin farkında mısınız siz?
xxx
Emin olun 100 yıl önce Atatürk Samsun’a ayak bastığında yaşadığımız tehlike bu kadar büyük değildi.
Anadolu yoksul ama birbirinden bu kadar nefret eden insanlarla dolu değildi.
Eğer o gün mahallede herkes birbirine ‘hain’ damgası vursaydı emin olun ne o destansı milli mücadele dönemi başlayabilir ne de unutulmaz zaferler kazanılırdı.
Bizi biz yapan değerler, ülkemize, milletimize, dinimize, bu kadim topraklara olan bağlılığımız, o duygunun üzerine başka hiçbir beşeri duyguyu koymamamızdan başka bir şey değildi.
Yedi düveli dize getiren zaferler de o duygudan başka bir şey değildi.
xxx
Aslında bugün farklı bir şeyler yazacaktım.
Ancak sosyal medyadaki kendi mahallemde gezerken…
Bir amcanın siyasi paylaşımına öz yeğeni “Deve dikeni severmiş” diye yorum yapmış.
Amca’dan karşılık daha sert; “Lanet olsun doğduğun güne. Artık yeğenim değilsin” yazışmalarını görünce birden bu duygulara kapıldım.
Tam da Atatürk’ün Samsun’a ayak basışının 100. yıl dönümünde anlamlı olacağını düşündüm.
Bu duygularla herkesin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarım.
Sağlıcakla.