bartinstar
Turhan Öztürk
  1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. Fatih Altaylı meselesine “Kırık Pencere” muamelesi mi yapılıyor?

Fatih Altaylı meselesine “Kırık Pencere” muamelesi mi yapılıyor?

bartinstar
featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bartın Üniversitesi’nin 2-10 nolu anfisi, her Çarşamba olduğu gibi yine “kapalı gişe”ydi.

Sulu sepken bir sonbahar Çarşambası’nda Siyaset Bilimi dersinin entelektüel akademisyeni Erdi Hoca, anfiyi hınca hınç doldurmuş öğrencilerine ilginç bir soru sordu:

“Siyasette sağ-sol terimi nereden gelmektedir?”

Kadim Anadolu coğrafyasının dört bir yanından gelmiş ürkek bakışlı öğrenciler, şöyle bir düşündü. Yorum geliştirmeye çalıştı.

Kimileri bir şeyler mırıldanacak oldu.

Ancak doğru yanıtı bulan yoktu.

Erdi Hoca, son derece havalı bilgiyi şöyle açıklayacaktı;

“1789 Fransız ihtilalinden sonra halkın temsilcileri mecliste toplandı. Reforme ederek eski düzenin devamını savunanlar sağa, yeni bir düzen kurulmasını savunanlar sola oturdu. Siyasette ‘sağ’ ve ‘sol’ kavramı böyle oluştu…”

O günlerden bu yana mevcut sistemi savunanlara muhafazakar, yeni bir siyasal düzen kurmak isteyenlere cumhuriyetçi denilecekti.

Oysa biz siyasette “sağcılık” ve “solculuğa” çok farklı anlamlar yüklüyorduk. Memleketini çok seven sağcılar ile memleketine aşık solcular, aslında aynı sistem üzerindeki fikir ayrılıkları nedeniyle yıllarca birbirinin canına okudu.

Ülkenin kıymetli yılları zayi edildi.

Neyse; asıl konumuz bu değil tabi. Ülkemizin sağında ve solunda yer alan partilerine bir önerimiz olacak, o yüzden böyle bir giriş yapma ihtiyacı duydum.

Gazeteci Fatih Altaylı, kurduğu birtakım cümleler nedeniyle “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla tutuklandı.

Eğer tutuklanmasaydı, takipçi bir kesim söylediklerini dinleyip çok da önemsemeden geçecekti.

Ancak tutuklanınca benim gibi yüzbinlerce insan, “Acaba ne demiş” diye Altaylı’nın cümlelerini okudu. Böylelikle ulaşamayacağı bir reytinge ulaştı Fatih Altaylı. Boş sandalyesini youtube’den 300 bin kişi izledi.

Üstelik kulvarında gururla taşıyacağı bir nişaneye de sahip oldu bu vesile ile…

Peki suçlama ne?

Cumhurbaşkanına tehdit…

İnsan düşünmeden edemiyor, acaba biz bazı kanunları abartılı mı yorumluyoruz?

Bir yasayı uygulayacağız derken toplumu ayrıştıracak, kamplaştıracak, kutuplaştıracak, nefret tohumları ekecek başka bir sosyal sorunlara mı neden oluyoruz?

Merak edenler olabilir; Fatih Altaylı ile hiç mesaim olmadı. Bir gönül bağım yok yani. Hatta kibirli bulurum kendisini.

Ancak “tutuklandı” deyince, çok tutarlı bir şeyler arıyor insan.

Gazeteciler, tutuklanmasına neden olacak ne demiş olabilir?

Çok da anlam yüklenemeyen, ancak çok dikkatli analiz edersen bir yoruma ulaşılabilecek ifadeleri iki kez okudum.

Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, TCK’nın 106/1 suçuna işaret ediyor. Baktım ne anlama geliyor diye, “Tehdit” yazıyor.

Şimdi bu suçlamada bir orantısızlık yok mu?

Onca terör örgütlerinin tehditleri ile youtube’de yorumlar üreten Fatih Altaylı’nın cümlelerini aynı kefeye mi koyacağız. Etmeyin, eylemeyin…

xxx

Bunları yazarken, olaya kahvehane muhabbeti düzeyinde de yaklaşmayalım. Biraz irdeleyelim isterseniz.

Savcılar, hakimler durup dururken vermiyor tabi ki bu kararları. Kanunda yeri var.

“Cumhurbaşkanına Hakaret” başlıklı TCK 299 var…

“TCK 106/1 kapsamında tehdit şikayete tabi midir?” sorusuna şöyle yanıt veriliyor: “(Seni gebertirim, öldün sen) gibi sözler) TCK 106/1 kapsamında hayata yönelik tehdit sayılır ve 6 ay – 2 yıl hapis cezası öngörülür. Tehdit doğrudan mağdurun yaşam hakkına yönelik olduğu için şikâyete tabi değildir; savcılık resen işlem yapar.”

Olay basın yoluyla yapılınca…

Aslında biraz da hakimlerin yorumuna bırakılmış, neyin hakaret olup neyin olmadığına.

Hakim “eleştiri sınırları içinde” de diyebilir örneğin.

“BIRAKINIZ YAPSINLAR” (LAISSEZ FAIRE) YAKLAŞIMI DAHA AZ SORUN ÜRETEBİLİR

Yalnız bu konu, TCK’da yer aldığı sürece, hakim ve savcılara bir takım vazifeler yüklüyor. Yarın iktidar değiştiğinde konu rövanşist yaklaşımlarla, herkesin tepesinde “Demokles’in Kılıcı” gibi sallandırılabilecek potansiyele sahip.

Kitapta yeri olduğu için herkesin sığınabileceği bir hal var yani.

Duruma hukukta “Kırık Pencere Metodu” diye ifade edilen muamele mi yapılıyor?

Yani suçlar arasında fark gözetmeksizin en küçük suça ve failine müdahale edilmesi…

Vaktiyle TCK 301 aynı popülerliği görürdü. Dönemin Star Gazetesi’nde dönemin Adalet Bakanı’na “301 Cemil tahtaya” başlığı atılmış, devletin üst kademelerinden 301’in değiştirilmesi gerektiği yüksek sesle dile getirilir olmuştu.

Tarihe biraz daha derinden bakalım isterseniz.

1950 yılında Celal Bayar liderliğindeki Demokrat Parti, oyların yüzde 55’ini alınca 27 yıllık CHP iktidarı sona erdi. Bayar, TBMM tarafından cumhurbaşkanı seçilince partinin genel başkanlığı ve başbakanlığa da Adnan Menderes getirildi.

1938’den 1950 yılına kadar cumhurbaşkanlığı yapan İsmet İnönü, CHP’nin başına geçerek ana muhalefet görevini üstlenecekti.

Menderes iktidarı, Atatürk büstlerine yapılan saldırılar artınca 25 Temmuz 1951 yılında “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkardı. Aynı yıl Türk Parasının üstünde İsmet İnönü’nün fotoğrafları da kaldırılmış, bunu topluma “Yaşayanların fotoğraflarının kullanılmamasına karar verdik” diye izah etmişti.

Demem o ki, güce ulaşma sanatı olan siyaset kurumu, o gün doğru ya da yanlış, kendi kitlesini domine edecek, aynı zamanda toplumun öfkesini gidermese de yatıştıracak çözümler üretme konusunda mahir olduğunu gösterdi.

Şimdi asıl konumuza dönelim.

Madem ki, TCK’nın söz konusu maddesi, toplumda farklı kutuplaşmalara neden oluyor…

O zaman memleketin sağ ve sol fraksiyonlarına BartınStar’dan bir teklifte bulunalım;

Bu konuyla ilgili yasaları yeniden gözden geçirin.

Bu maddeyi ulusal ve uluslararası normlara göre yeniden düzenleyin.

Örneğin tutuklama kararı, yoruma elvermeyecek düzeyde “katı” kurallara bağlansın.

Böylelikle terör devleti İsrail’i eleştirenlere faşist baskılar uygulayan sözde Batı demokrasilerine “Ankara Kriterlerinin” evrenselliği örnek gösterilsin.

Basın ve fikir hürriyeti, gazetecilerin negatif, yani dokunulamaz hürriyetleri kapsamında olmalı.

Üniversitelerin Anayasa Hukuku derslerinde Temel Hak ve Hürriyetler konusunda “Yetkiler dar, haklar geniş yorumlanır” kuralı anlatılır.

Ancak bu olayda kural tam tersine işletiliyor gibi görülüyor!

O halde gelin, hep birlikte bu sorunu bir hal yoluna koyalım.

Gücü yönetenler, “iktidarımı neden muhalefetle paylaşım” diye düşünüyorsa eğer, o zaman tek başına bu soruna bir çare üretsin.

Böylelikle sanal kahramanlar üreten ya da memleketin enerjisini boşa harcayan suni gündemlerden de kurtulalım. Bu konuda Adalet Bakanımız Yılmaz Tunç’a da bir çağrımız olsun.

Siyaset düşmanlığından geçinen hatırlı kitlenin elinden bu argümanı almak daha iyi değil mi?

Çözüm sürecinden sonra, Terörsüz Türkiye yaklaşımının vücut bulduğu bir dönemde kelimelere kurşun muamelesi yapılmasın.

Bu duygularla herkese iyi haftalar dilerim.

Fatih Altaylı meselesine “Kırık Pencere” muamelesi mi yapılıyor?
Yorum Yap
bartinstar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir