Elektrik kesintilerinin, anlık gidip gelmelerin, düşük voltajın, enerji dalgalanmalarının elektronik cihazlarımıza zarar verdiğini bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Bunun için inceleme yapmaya bile gerek yok.
Her defasında sitem edip dert yanıyorum ve her defasında aldığım yanıt, “hasar başvurusunda bulunun, zararınız karşılanır” oluyor.
Türkiye’de yaşadığımızı bildiğimden buna imkân ve ihtimal vermediğim için şimdiye kadar böyle girişimim olmamıştı.
Umudum olmasa da Nasrettin hocanın göle maya çalması gibi ya tutarsa misali şansımı denemeye karar verdim.
Görevli, tesisat sahibinin annesinin adını soyadını, arızanın gününü, saatini, dakikasını, bozulan cihazın markasını, seri numarasını ve daha pek çok şeyi soruyor ki, vay be diyorsunuz, bu kadar ilgiden sonra zararımız da herhalde karşılanır.
Nerede o günler.
O aşamaya gelebilmemiz için değil 40 fırın, 1140 fırın hatta belki de 11 bin 140 ekmek yememiz gerekiyor be kardeşim.
Başvurumun üzerinden 3 gün geçtikten sonra aldığım telefonda belirtilen tarihler arasındaki kesintiden elektronik cihazların etkilemeyeceği sonucuna varıldığını bildirdiler.
Hiç şaşırmadım dedim ve görevliye şu soruyla karşılık verdim;
Siz hiç bugün sigara içip de yarın ölen birisini biliyor musunuz?
Sigara paketlerinin üzerinde “sigara öldürür” uyarısı vardır ama hemen öldürmez ki bu meret.
Damar dediğiniz şey hemen tıkanmaz ki içer içmez kalp krizi geçirelim.
Kalp, el, kol, ayak, bacak damarlarımız nikotinle, katranla ve envai çeşit zehirle önce bir dolsun bakalım.
Soba borusu gibi düşünün.
Bugün sobayı yaktınız, yarın hemen borular dolmaz ki.
Aradan en az bir ay geçmesi lazım.
Sigara da öyle.
Vücudu yavaş-yavaş kemirecek, içten içe yiyip bitirecek.
Ve sonra ben diyeyim 10-15, siz deyin 20-30 sene sonra başlayacak motorunuz teklemeye.
Sonra bir de bakmışsınız aaaa o da ne akciğer kanseri.
Veya koah.
Ya da kalp-damar sorunları, el kol bacakta tıkanmalar, organ kesilmeleri, kalp krizleri, vesaire.
Elektrik kesintileri de bunun gibi işte.
Her kesinti, her gel git, her dalgalanma, her voltaj düşmesi elektronik eşyalarımızın canını azaltıyor, ömrünü kısaltıyor.
Sonra inceldiği yerden kopar misali pat diye gidiyor.
Bu elektriklerin kesik olmadığı bir gün de olabilir.
Canı kaçan cihaz bu sonuçta.
Bunu demek istedim görevliye verdiğim örnekle.
Ama sen istediğin çarpıcı örneği ver, istediğin kadar hakkını ara, istediğin kadar sesini çıkar, istediğin kadar isyan et, nafile.
Kendin söylersin kendin dinlersin.
Akıntıya kürek çekmekten bir farkı olmaz bunun.
Mesele aslında demokrasi meselesidir.
Demokrasisi birinci sınıf olan ülkelerde böyle şeyler gör(e)mezsiniz.
Orada insanları mağdur etmek çok zordur.
Kanunlar, kurallar, kaideler, yönetmelikler, kültür düzeyi, örf ve adetler buna asla müsaade etmez.
Bizde sanki her şey vatandaşı, özellikle dar gelirli sade vatandaşı ezmek üzerine kurulmuş.
Vay halimize dedik ya.
Boşuna demedik herhalde!
xxx
Durmak yok, kesintiye devam
Bir önceki yazımda yağmur, rüzgâr, fırtına, kar veya aşırı sıcaklar yok iken ve direk devrilmeden-tel kopmadan da elektrik kesintisi oluyor diyerek artık ağlanacak hale gelen durumumuza dikkat çekmiştim.
Bunları mücbir sebep olarak göstermiş olsak da illa hava durumuna bağlı olarak kesinti olacak diye bir şey olmaması gerekir elbette.
Kasırga veya tsunami, kavurucu sıcaklar, deprem, yangın ve direğe araba çarpması ya da yıldırım düşmesini ancak bunların dışında tutabiliriz.
Bizde yağmur yağmaya görsün, şiddetli olmasına gerek yok, bir de bakmışsınız elektrikler gitmiş.
Fırtınaya gerek yok, bir rüzgâr yetiyor, karanlıkta kalmaya.
Kesinti için lapa-lapa kara da gerek yok, şöyle bir atıştırsın yetiyor.
Yağmur şiddetli, kar yoğun olsa, fırtına da çıksa altyapınız-üstyapınız, trafolarınız, direkleriniz, telleriniz, kablolarınız hava koşulları hesap edilerek yapılırsa hiçbir şey olmaz kardeşim.
Bizim işlerimiz hesapsız kitapsız olduğu için ilime bilime uygun olmadığı için böyle oluyor.
İşte sokakların her yağmurda göle dönmesi, kaldırımlarda ve yollarda su birikmesinin sebebi de bu.
Oysa bu işler matematiğe, fiziğe, kimyaya, mantığa uygun yapılsa sorun morun olmayacak.
Önceki yazımda ağustosa da kesintiyle girdik, bakalım nasıl çıkacağız demiştim.
1-2 ve 3 Ağustos’tan sonra 21 Ağustos’ta da karanlıkta kaldık.
Ağustos ayını da perişan bir vaziyette geçirdik anlayacağınız.
Eylül ayı da boş geçmedi merak etmeyin.
28 Eylül kesinti günü idi.
Tabii bunlar bizim bildiklerimiz, gördüklerimiz.
Gece uyurken veya gündüz evde olmadığımız sırada yaşanan kesintileri de hesap edersek durumun vahametini daha iyi ortaya koymuş oluruz.
Halimiz ne olacak?
Bilen varsa söylesin lütfen.
xxx
1,5 lira etmez
Kısa bir süre önce bazı gazetelere zam geldi.
1 liralık gazeteler 1,5 lira oldu.
Benim aldığım gazete de zamlandı.
3 kuruşluk emekli maaşımla bir de gazete, kitap alacağım diye çırpınıyorum ya benim ki pek akıl kârı bir iş olmasa gerek.
Aslında bırakacağım ama alışkanlık işte.
Ortaokuldan bu yana gazete okuyan bir kişinin bunu yapması zor tabii ki.
Her zaman her yerde her koşulda okumak lazımsa da ülkemizde gazetelerin hiç kendilerini okutturmak gibi bir dertleri, tasaları, çabaları yok ne yazık ki.
Bir tarafta iktidar yanlıları, diğer tarafta iktidar karşıtları.
Gazeteler siyasete alet olmuş ve tarafsızlığını yitirmiş durumdalar.
Biri körü körüne muhalefet yapıyor, iktidarı kötülüyor, her yapılana kötü diyor, diğeri körü körüne yandaşlık yapıyor, her yapılana iyi diyerek iktidarı bir güzel yağlayıp yoğurtluyor.
İkisi de yanlış.
Bu durumda zaten az olan inandırıcılık ve güvenilirlik daha da azalıyor.
Bedava verseniz bile insanların çoğunun gazete okumayacağı bir ülkede gazete fiyatlarına yüzde 50 zam yapmak mantıklı bir şey olmasa gerekir.
Okuyarak öğrenmeye değil duyarak öğrenmeye meyilli bir toplumda okuma kültürü diye bir şeyin hak getire olduğunu bile-bile gazete fiyatlarını düşürecek yere daha da artırırsanız kalan az sayıdaki okuru da kaybedersiniz.
İşte tirajlar ortada.
Birinci gazete en kabadayı 250 bin basıyor.
Onun da hepsi satılmıyor.
Diyeceksiniz ki tıklanma oranlarına bak, artık internetten okunuyor.
Yok kardeşim öyle bir şey.
O tıklamaların çoğu balon.
En basitinden emeklilere zam haberleri.
Gazetelerin internet siteleri bu tür haberlerden geçilmiyor.
Emekli maaşlarına her gün zam yapıyor gazeteler.
Aslı astarı olmayan şişirme haberler.
Birçok kişi büyük bir umutla buna hemen atlıyor.
Tıklamalar böyle asparagas, başlığı içeriğiyle uyuşmayan haberler yüzünden yüksek görünüyor.
Ayrıca çoğu kişi başlıklara ve resimlere bakıyor, çıkıp gidiyor.
Veya ilgisini çeken bir habere bakıyor diğerlerine bakmıyor.
İnternetten gazeteyi de böyle okuyoruz ne yazık ki.
Kaldı ki birçok ülkede internete rağmen bazı gazetelerin tirajları 10-15 milyonu buluyor.
Konunun internetle falan alakası yok.
Mesele tamamen kültür meselesi ve gazetelerin okur kazanmaya değil de kaybetmeye yönelik yayın politikaları.
Eğer gazeteler tavırlarını değiştirmezlerse, gazetecilik ilkelerine bağlı kalmazlarsa, objektif olmazlarsa, başkasının arabasına binip onun kornasını çalmaya kalkmazlarsa, kendilerine çeki düzen vermelerse tirajlar daha da düşer.
Bu da o onu demiş bu bunu demişe, dedikoduyla haber alp vermeye daha çok yol açar.
Alın size vay halimize dedirten bir başka sorun.
Çöz çözebilirsen.
xxx
Araçta sigara
Son günlerde, Cumhurbaşkanı talimatı ile araçta sigara içenlere para cezası uygulandığını belirten haberler vardı gündemde.
Aslında bunun için talimata gerek olmamalıydı.
Yasaları bir türlü düzgün çıkarmayı öğrenemedik.
Bu eskiden de böyleydi şimdi de böyle.
Kapalı yerlerde sigara içmeyi yasaklayan kanun açık kapı bırakmayacak şekilde yapılsaydı böyle olmazdı.
Bana sorarsanız sadece eğlence yerleri, kamu binaları, özel işyerleri, spor sahaları ve araçlarda değil evlerde de sigarayı yasaklamak lazım.
İçmesin, içemesin bu mereti kimse.
Devletin halkın sağlığını düşünmek, korumak ve kollamak gibi bir görev ve yükümlülüğü de varsa eğer sigarayı dibi kökünden yasak eder.
İnsanı yaşatacağız ki devlet yaşayacak.
Öyle değil mi?
xxx
Yuvarla-ma
Marketten alışveriş yaptınız veya eczaneden ilaç aldınız ya da başka bir yerden bir şey aldınız, para genelde kuruşlu, küsuratlı çıkıyor ya işte bu kuruşları birçok işyeri kendisine yuvarlıyor.
Örneğin 2 kilo 778 gram soğan 1.25’ten 3 lira 47 kuruş tutmuş.
Kasiyer 3,5 lira diyor.
Sizden fazladan 3 kuruş alıyor.
Piyasada 1 kuruş olmadığı için para üstü olarak 3 kuruş alamıyorsunuz.
O da bunu kendine yuvarlıyor.
Ödemeyi kredi kartıyla yaparsanız sorun yok.
O zaman kuruşu kuruşuna oluyor.
Ama nakit verdiğinizde durum değişiyor.
Aynı şekilde bazı eczanelerde de bunu görüyoruz.
Mesela aldığınız ilaç 7 lira 92 kuruş tuttu.
Ya bunu 8 lira olarak sizden alıyorlar ya da biraz insaflılarsa 7.95 olarak
Diyeceksiniz ki kuruşun da hesabını mı yapıyorsun be kardeşim.
Ben de size bazı işyerleri yapıyor da ben neden yapmayayım diyeceğim.
3-5 kuruş deyip geçmemek lazım.
Bu kuruşlar her gün 50-100 kişiden veya 200 kişiden alınsa ayda kaç para yapar, bir düşünün.
Ben, benden kuruş da olsa fazladan para alanlardan zengin değilim ki.
Kaldı ki ortada haksızlık var, haksız kazanç var, kul hakkı yeme durumu var.
Bu dünyada bunun hesabını soracak kimse yoksa bile, bunun bir de öbür dünyası olduğunu unutmamak lazım.
Madem bunlar kuruşsuzluktan oluyor, kasalarına bu şekilde fazladan para koyan işyerleri bunu vatandaşlardan tarafa yuvarlasalar da bir zamanlar veli nimet gözüyle bakılan müşteriyi hoş tutsalar daha iyi değil mi?
Bizde devlet ayrı bir alem, bu kafadaki işyerleri ayrı bir alem.
Üç ayda üç kere zam gelen doğalgazdan sonra elektrik de geçenlerde bu senenin bilmem kaçıncı zammını gördü biliyorsunuz.
Bir sürü zamlı vergi de cabası.
İşini düzgün yapan, hak yemekten korkan, öbür tarafta bana bunun hesabını sorarlar, toprağın altında kaçacak yerim yok diye düşünen, kendisini vatandaşın yerine koyup empati yapabilen kaç kişi, kurum, kuruluş var şu memlekette.
Dahası, vatandaşı düşünen var mı?
Bu şekilde mi kalkınacağız, ileri gideceğiz, büyüyüp gelişeceğiz?
Zor dostum zor.
Hem de zor oğlu zor!
xxx
Başkanın milletvekilliği
Belediye Başkanı Cemal Akın, ilimizde en çok seçime girip çıkan siyasetçi.
Bu alanda engin bir tecrübeye sahip.
Bu aynı zamanda ona bilinirlik ve tanınırlık avantajı da sağlıyor ki bu çok önemli.
Akın hem tecrübesi hem de bilinirliği ve tanınırlığı ile seçime bir adım önde giriyor.
Önemli bir hata yapmadığı sürece bu avantajı her seçimde kullanacaktır.
Önümüzdeki seçimde acaba bu avantajı milletvekilliğinde mi kullanacak yoksa belediye başkanlığında mı?
Her basın toplantısında olduğu gibi bu seferkinde de bu konu gündeme geldi.
Soruyu bu kez Hasan Camcı sordu.
Cevap da her zaman ki gibi diplomatik bir dille oldu.
Olacağım da demedi, olmayacağım da.
Sıkıştırma babında ben de üzerine gittim Ahmet Oktay da.
Ama “halkımız isterse, genel başkanımız seni milletvekili olarak görmek istiyorum derse tabii ki olurum” bile dedirtemedik.
Ben onu bunu bilmem her siyasetçinin gönlünde yatan aslan milletvekilliğidir.
Hele belediye başkanlığı koltuğuna oturanlarda bu heves daha fazladır.
Başkan Akın’ın da tabii ki gönlü var ama uygun zamanı kolluyor belli ki.
Ortada seçim yok.
Dolayısıyla şimdi yeri ve zamanı değil.
Şahsen ben başkanın erken veya normal, ilk genel seçimde milletvekili adayı olacağını düşünüyorum.
Akın’ın artık milletvekili olma zamanının geldiğini düşünüyorum.
Kıl payı kazanılan son yerel seçim sonuçlarını da bu yönde yorumlamak mümkün.
Adeta foto-finish ile belirlenen bu sonuç “seni seviyoruz ama bu kadar yeter, belediyede yeteri kadar hizmet ettin, milletvekilliğine hazırlan, sadece merkeze değil bütün Bartın’a hizmet et” şeklinde yorumlanırsa hiç de absürt olmaz.
xxx
Ben vali olsam
Profesyonel futbol liglerinde takımı olmayan az sayıdaki ilden biri olmanın dayanılmaz hafifliği içinde daha ne kadar yaşayacağız Allah bilir.
Allah bilir de bizim de bilmemiz ve yapmamız gereken işler var be kardeşim.
Bunların başında ili yöneten kişinin, yani valinin şehri dürtmesi geliyor hiç kuşkusuz.
Şehir valiyi dürtemeyeceğine göre (bu yakışıkalmaz da zaten) tabii ki vali şehri dürtecek.
Ben vali olsam spor kulüplerini, bu işlerle uğraşan kimler varsa onları, siyaset adamlarını, emrimdeki daire amirlerini çağırır, herkese bir görev, talimat alması gerekenlere talimat verir, “hadi bakalım bu takım önce 3. Lige, sonra 2.’ye sonra 1’e sonra da süper lige çıkacak” derdim.
Bakın şehirde futbol namına en ufak bir heyecan dahi yok.
Bu sene de maddi ve manevi imkânsızlıkla boğuşan Bartınspor’un etrafında şehri kenetlemek lazım
Vali Bey şehri bu yönde dürtmezse, bu işe önderlik etmezse, öncülük yapmazsa olmaz.
Öncekiler gibi bu sene de boşa gider.
Ben vali olsam futbol ve spor konusunda daha pek çok şey yapardım.
Mesela mahalle muhtarlarını çağırır, “gelin kardeşim buraya, hadi bakalım oturmak yok, hepiniz mahallenize birer futbol takımı kuracaksınız” derdim
Şehirde bir heyecan dalgası yaratırdım.
Çocukluğumdan biliyorum.
Mahalle maçları yapardık.
Çatır çatır geçerdi.
Büyük heyecan ve sevinç yaşardık.
Bugünkü gibi saha maha da yoktu.
Yolda oynardık yolda.
Arabalar zor geçerdi.
Şimdi ki çocuklar maçı ellerindeki telefonla, tabletle oynuyorlar.
Maç oynasalar yine iyi, çoğu savaş oyunu, zararlı oyunlar.
Mahalle takımları çocukları, gençleri zararlı alışkanlıklardan da uzak tutacaktır.
Bu takımlar aynı zamanda Bartın’da futbolun altyapını oluşturacaktır.
Şehre de heyecan getirecektir.
Görmüyor musunuz şehirde heyecan yok.
Sanki Bartın’ın üzerinde ölü toprağı var.
Bu heyecanı, kaynaşmayı, coşkuyu futbolla yakalayalım.
İki takımlı Kemerköprü mahallesi örmek olsun.
Galiba son zamanlarda Cumhuriyet mahallesinin de bir girişimi olmuş.
Bunun bütün mahallelere yayarsak ilimizde futbolun gelişmesine katlıda bulunmakla kalmaz daha pek çok hayırlı işe vesile olmuş oluruz.
Ayrıca takım bulacağım da lig oynatacağım diye dört dönen Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Başkanı Turgut Altınçubuk da böylece rahat bir nefes alır.
Her açıdan faydalı yani.
Ne duruyoruz ki o zaman?
Ben vali olsam sadece muhtarlara mahalle takımı kurdurmakla kalmaz kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlara da takım kurdururdum.
Eskiden Maliyespor, Polisgücü, Çimentospor, Atimspor gibi takımlar vardı hatırladığım.
Şimdi neden olmasın?
Hal yerinde esnafların kurduğu Halspor vardı, fırtına gibi eserdi.
Orduyeri Fatihspor vardı, yine olabilir.
Organize Sanayideki fabrikalar neden bir takım kur(a)masın?
İlçe iken kaymakamlık turnuvaları düzenlenirdi.
Şimdi Valilik kupası neden olmasın?
Ben vali olsam Spor Müdürüne verirdim talimatı, Ömertepesi’ne bir futbol sahası daha yaptırırdım.
Ben vali olsam tebdil-i kıyafet gezer, her gün başka bir kılıkla bir kurum ve kuruluş denetlerdim.
Rahmetli Recep Yazıcıoğlu valimiz gibi yapardım.
Mesela hastaneye giderdim.
Orada hastaların arasına karışır, onların sorunlarına, istek ve taleplerine, ihtiyaçlarına, sitemlerine kulak verirdim.
Hastane personeli, doktorlar hastaya nasıl davranıyor, iteleyip kakalıyor mu bakardım, sistemin düzgün çalışıp çalışmadığını kontrol ederdim.
Hastaya kötü muamele yapanı, beklediysen ne olmuş, beğenmiyorsan gelme diyen doktoru kulağından tuttuğum gibi kapının önüne koyardım.
Ben vali olsam sadece sağlıkta değil resmi ya da özel bütün kurum ve kuruluşlarda vatandaşı mağdur edenin, işini düzgün yapmayanın korkulu rüyası olurdum.
Ben vali olsam elektrik şirketi yetkilisini çağırır, “bir şehirde bu kadar kesinti olmaz, nedir sizin derdiniz kardeşim, elektronik eşyaların canına okuyorsunuz, insanları işinden gücünden ediyorsunuz, millet parayı sokaktan toplamıyor, vatandaşı mağdur etmeyin, bir daha olmasın, ilimde kesintisiz hizmet istiyorum” derdim.
Ben vali olsam rahmetli Recep Yazıcıoğlu gibi çalışırdım, neler yapmazdım neler.
Bunun için benim çizdiğim profildekileri vali yapmıyorlar işte.
Baştakiler bizim ayağımıza da basar diye düşünüyorlar herhalde.
Bu kafayla ne kadar ileri gideriz?
Allah bilir ya, en iyimser tahminle gitsek gitsek ancak iki ileri bir geri gideriz.
xxx
Sayaç oku-ma
Şehir zaptiyesi Telekom ve doğalgaz firmasından dert yanmış.
Resmi olsun, özel olsun birçok yerde çalışanların işi yokuşa sürmekte üzerlerine yok.
Zaptiye isyanında yerden göğe kadar haklı.
Bürokrasi başta Rusya olmak üzere demirperde ülkelerinde bitti, bizde bitmedi.
Bir yığın evrak, bir yığın imza, bir yığın boş iş, bir yığın işgüzarlık.
İnsanın parasıyla rezil olduğu bizim gibi kaç ülke vardır çok merak ediyorum doğrusu.
Gün geçmiyor ki bunun örneklerini yaşamayalım.
Geçen hafta başımdan geçen bir olayı anlatayım da dinleyin.
Bizim sokağın doğalgaz sayaç okuma görevlisinin ilginç bir huyu var.
Bizim binada 4 daire var, adam bir dairenin ziline basıyor, açan olmazsa çekip gidiyor.
Bir zile basınca hepsi çalıyor zannediyor herhalde
Bu durumda bize sayacın fotoğrafını çekip firmaya gitmek düşüyor.
Daha önce birkaç kez yaptığım gibi bu sefer yine yaptım.
Alın size sayacın fotoğrafı, faturayı çıkarın, ödemeyi yapayım dedim.
Fatura veremeyiz, kişisel bilgiye giriyor, bina sahibi kendisi gelecek dediler.
Babam yaşlı, artık sokağa fazla çıkamıyor, daha önce oluyordu şimdi neden olmuyor dedimse de görevli valilik genelgesi var dedi, nuh dedi peygamber demedi.
Vatandaşın işi görülsün düşüncesi, müşteri memnuniyetine önem verme hak getire.
Müşfik bir yaklaşımla sorunlarına etkili ve kalıcı çözümler bekleyen vatandaşlar resmi dairelerde devletin sıcaklığını hissedemiyor ne yazık ki.
Resmi özel fark etmiyor.
Al birini vur ötekine.
Taleplerin süratle karşılanması öncelikli hedef olmalı ama nerede o günler.
O gün orada olurdu olmazdı, verirdin vermezdin, yapardın yapmazdın derken biraz müzakere yaptıktan sonra sorunu bir şekilde çözdük ama yaşadığımız gerginlik yanımıza kâr kaldı.
Binamızın doğalgaz faturasını ödeyeceğim ama karşımda bürokrasi duvarı var, aş aşabilirsen.
Başımızdan geçen bir başka doğalgaz vakası da şöyle;
Yine geçen hafta kiracımızın dairesinde kaçak tespit edildi.
Tesisat işi yapan firmaya söyledik, geldi, tespit etti, sorunu buldu ve çözdü.
187’ye söyledik, görevli geldi, baktı, gazı açtı, mührü takmadan gitti.
Mührü neden takmadın dediğimizde mesaim bitti dedi.
Vatandaşa hizmetin mesaisi olmaz.
Ölmüşüz de ağlayanımız yok be kardeşim.
Vay halimize dedik ya, vay ki ne vayyyy!
xxx
Acı ama gerçek
Alanya’da 12 Eylül 2018’de diş hekimi Gamze Uğurlu Urhan’ın bulunduğu otomobile araç çarpıyor.
Urhan yaralanıyor.
Kırılan sağ kolu hastanede alçıya alınıyor.
Ama bir gün sonra yanlış alçı nedeniyle kemiklerin kaydığı belirleniyor.
Hata bir.
Yapılan ameliyatta kolundaki atardamar kesiliyor.
Hata iki.
Nabzı duran talihsiz kadın başka hastaneye sevk ediliyor.
Bu hastanede yapılan damar nakli başarısız oluyor.
Hata üç.
İkinci damar naklinden sonra kolunda ödem oluşuyor.
Hata dört.
Ödemin damarlara zarar vermemesi için yapılan ameliyattan sonra pansuman sırasında damarı yırtılıyor.
Hata beş.
Urhan başka hastaneye sevk ediliyor.
Burada Urhan’ın enfeksiyon kaptığı ve kolundaki atardamarın tıkandığı belirleniyor.
Aynı gün iki kez damar nakli ve pıhtı temizleme operasyonu yapılıyor.
Kadıncağız yoğun bakıma alınıyor.
Yoğun bakımda hemşirenin apart takması sırasında burnu zedelenen ve damar tedavisi sırasında kan sulandırıcı ilaç verilen Urhan beyin kanaması geçiriyor.
Hata altı.
Aynı gün ameliyata alınan Urhan komaya giriyor.
Ve 25 Ekim 2018’de sağ kolu dirsek altından kesiliyor.
Hata yedi.
Bir yıl yoğun bakımda kalan Urhan 1 Ekim 2019’da ölüyor.
Masal gibi değil mi?
Sizi bilmem ama valla ben bu haberi okuyunca üzüldüm.
Pisi pisine ölüm böyle bir şey işte
İnsan hayatının ne kadar ucuz olduğunu gösteren bu olayda hatalı müdahaleler kadının sonunu hazırlıyor.
Bu da verilen tıp eğitimin yetersiz olduğunu gösteriyor.
Tıp fakültelerinin sayısını artırmak, her yere tıp, eğitim, hukuk, mühendislik fakültesi açmak marifet değildir.
Asıl marifet buralardan eğitimli, bilgili, ilimli, bilimli insanlar yetiştirmektir!