İş olanakları nedeniyle gurbette gitmek zorunda kalan hemen herkes, günün birinde ait olduğu topraklara dönebilmek için bin bir güçlüğe katlanır.
Onları ayakta tutan en büyük güç, baba ocağında huzurlu bir sabah kahvaltısı, çocuklarının çimenler üzerinde koşturup oyunlar oynamasıdır.
Arzuları ise basittir; bir gün doğup büyüdüğü kasabasında, sokağında, mahallesinde ya da köyünde kimselere muhtaç olmadan huzur içinde yaşayabilmek…
Gittikleri yerlerde, çalıştıkları mekanlarda çok farklı deneyimler edinirler. Küçük şehirlerin, kasabaların asla görmedikleri, göremeyecekleri olaylara tanıklık ederler.
Geri döndüklerinde artık; ne bir torpil ne de ayrıcalık isterler. Tek bir gayeleri vardır; sahip oldukları tecrübe ve birikimlerini ait oldukları şehirlerdeki insanlara aktarabilmek…
Ama ne yazık ki “küçük olsun bizim olsun” anlayışında olanlar, ya da “düzenimizi bozacak” kaygısı, bu insanları hayal kırıklığına uğramalarına yeter de artar bile.
Yılda bir kez bile olsa memleketlerine gidenler, ya arkalarından vatandaşına tuzak kuran trafik polislerinin kallavi cezaları ile…
Ya da “sakın gelme” mesajı içeren uyanık yöre esnaflarının kumpaslarıyla karşılaşırlar.
Oysa gelenleri kuşkulu bakışlarla karşılayanlar, komplekslerinden bir kurtulabilseler… Yıllardır kalın duvarlarla ördükleri kalıplarından çıkacak, kısır hayatlarına önemli bir renk katacaklar ama bunu bilmiyorlar, kestiremiyorlar.
Onlar bizim insanlarımız. Çocukluğumuzda şu sokaklarda gezip tozan, birlikte balığa çıktığımız, Yalı boyunda çapkınlık yaptığımız bizim arkadaşlarımız.
Yapmayın ağalar, etmeyin Allah aşkına.
Sırf Bartın dışında yaşıyorlar diye bu topraklara siyaset etmeye gelenleri “onlar zaten Bartın dışında yaşıyor” diye idam etmeyin.
Burada iş olanakları vardı da çalışmadılar mı?
Onlar bu topraklara ait hissettikleri için kalkıp geldiler İstanbul’dan, Almanya’dan, Ankara’dan. Ve pek çok Bartınlıdan daha Bartınlılar.
Hepsi de işinde, gücünde başarılı insanlar. Paraları, arabaları, güzel yetiştirilmiş çocukları var yaşadıkları yerlerde.
Hepsinin kimliğinde memleket hanesinde “Bartın” yazıyor.
Öyleyse bu direnç, düşmanlık niye?
Peki sadece siyaset etmeye gelenler mi sorunluyuz?
Hayır.
Cennetten bir köşe Amasra’da yaşama tutunmaya çalışan 3 kadının hikayesini paylaştık sitemizde. Neden, niçin sorularını sormadan edemiyoruz.
Bu kadınlarımıza yol gösterebilmek, olurunu anlatabilmek, yardım eli uzatabilmek çok mu zor. İlla birilerinin hesabı bozulacak diye bu kasabadan gitmelerini mi sağlamak zorundayız.
Ya da senede birkaç gün aşık olduğu coğrafyaya tatil niyetine gelen her hemşehrimizi sırf 34 plaka taşıyor diye kuytu köşelerde hız limitini aşmasını mı beklemekteyiz büyük bir iştahla.
Hepiniz Bartın polis müdürünü ziyaret edip boy boy resimler paylaşıyorsunuz. Hiçbirinizin sormak aklına gelmiyor mu; devlet vatandaşına tuzak kurar mı diye?
Bayramlarda, seyranlarda resimler paylaşıyorsunuz, Amasra’ya girişte büyük trafik var diye. Yerel yönetimlerinize sormak hiç aklınıza gelmiyor mu?
Bu teveccühe karşılık ne yaptınız diye!
Etmeyin ağalar. Kendi hemşehrilerimize bunu yaparsak yabancıya ne yapmayız!
Böyle bir adım yol alamayız. İzmir’de, Antalya’da, Çanakkale’de insana insan gibi davranan…
“Gelen yabancı velinimetimizdir” diye gören, odasını ucuza verip esnafının ufkunu açan yüzlerce, binlerce mekan, esnaf, belediye oluştu.
“Küçük olsun, benim olsun” anlayışını terk edeli 20 yıl geçti. Siz hala neyin kafasını yaşıyorsunuz!
Bugün kimimizin dostu, kimimizin akrabası, kimimizin köylüsü olan bu insanlara böyle davranırsanız…
Her gelen yabancıyı kaçırmaya çalışırsanız siz zarar edersiniz.
Kaldırın kafanızı bakın şu dünyaya… Etrafınızda kederinizi paylaşabildiğiniz kaç dostunuz kaldı?
Dişiyle tırnağıyla gurbet ellerde hiçbirinizin ulaşamayacağı makamlara gelen tanıdıklarınızın geri dönmemesinin, dönmek istemeyişinin bir nedeni var.
Hepimize düşen görev, ötekileştirmek değil kucaklamaktır.
Bu hepimizin hayrına.